Biri için ölmek… II

Yazının ilk bölümünü okumadıysanız tıklayın.

Evet ne diyoduk, birinin dünyasında ölmeyin. Ne olursa olsun birinin dünyasını başına yıkıp onun için ölü biri olmayın. Bu olay nasıl oldu, nasıl düştüm, nasıl yaralandım, kaç kırığım vardı, nasıl iyileştim anlatacağım…

Dur iki dakka viskimi doldurayım…
Ne de olsa mahsumiyet naftalin, nefesim viski kokar

Ummadığım bir yerde, ummadığım anda, ummadığım bir şekilde karşıma çıktı “B”… Tarih 7 Aralık 2019, sabah saatleri… Bir sınav için gitmiş, motosikletimi park etmiş ve kilitliyordum ki malum renk skuteriyle gelip yanıma park ettikten sonra “burda bişe olur mu yaa?” dedi bana… Önce anlamadım, çünkü onun motosikleti hala çalışıyor ve gerçekten çok ses yapıyordu 🙂 Ben “anlamadım?” diye karşılık verdikten sonra o tekrarlarken beynim ilk söylediğindeki ses dalgalarının içinden onun sesini çoktan ayıklayıp bana ne söylediğini algı mekanizmama göndermişti bile…

“Kilidin yok mu?” diye sordum, sanki yıllardır tanışıyormuşuzcasına “Hiç olmadı ki…” diye karşılık verdi. Sonra ” bi şey olmaz muhtemelen ama biz bunları birbirine bağlayalım” dedim ve bağladık. Sonra o giderken numaramı verdim ve benden önce gelirse aramasını söyledim.

Geri geldiğimde motosikletinin üzerinde oturuyordu, aramamıştı… “Çok beklettim mi?” diye sordum. “Yoo, çok beklemedim” dedi. Aslında yarım saate yakın beklediğini haftalar sonra öğrenecektim…

Kilitleri çözdüm, tam gitmek üzereyken bir cesaretle ” Vaktin var mı, bişeyler içelim?” dedim. “Teyzeme gidecektim…” deyince ben “tamam peki o zaman” diyip kendimi geri çekmeye hazırlarken “…ama biraz geç gitsem olur.” dedi ve ekledi “nereye gidelim, var mı bildiğin bi yer?”…

Çok yalnız hissediyordum ve gerçekten biriyle samimi bir arkadaşlığa ihtiyacım vardı, mutlu oldum. Bu tanışmanın daha sonra bana nasıl zarar vereceğini bilmiyordum…

Her neyse, “sen nasıl istersen” dedim ve “tamam o zaman” dedi ve içinde kafesi olan bir belediye parkını varış noktamız olarak belirledik. Otoyoldan şehiriçine girdikten sonra korna çaldı durdum “bildiğin bi yer varsa orayada gidebiliriz” dedi. Çok yer biliyordum yıllarım geçti ama “yok” dedim aklıma gelen bi yerde yoktu açıkçası, giderken göz ucuyla sağa sola baktım ama kendi kendime “boşver, ne konuştuksak oraya gidelim” dedim. Sonuçta rotayı değiştirmeyi o teklif etsede benim böyle bi karar vermem kötü niyet olarak algılanabilirdi. Halbu ki ben ‘gereksiz iyi’ biriyim…

Parka ve akabinde kafesine ulaştık. O portakal suyu aldı, ben de tahmin edeceğiniz gibi ‘şekersiz demli çay’… Yani o bir gökkuşağıydı bense gecenin karanlığında sessiz çığlık!

Haa, bu arada o gün aldığımız portakal suyu ve bir çayın kasa fişi hala duruyor… Atamadım sonra atamadım… Böyle böyle dört koli hatırası birikti, lanet olası dört koli!.. Her gün bana bakıp, benimle taşak geçen dört koli…

Her ne boksa! Biraz sohbetten sonra kafeden çıktık gideceği yere kadar eşlik ettim, vedalaştık ve ben eve doğru devam ettim yoluma. Mutluydum, huzurluydum. Hiç olmadığım kadar huzurluydum ilginç bi şekilde… Aslında bir enkazın eşiğindeymişim… Hani bazı insanlar ölümün eşiğinde, intiharın öncesinde huzurlu olur tereddüt etmez ya, öyle bişey…

(DEVAMI)